-
1 же
ise; ki; ki,ya; aynı* * *I союз1) против. iseна пра́ктике же... — oysa uygulamada...
по на́шему же мне́нию... — bize göre ise...; oysa bize göre...
2) присоед. kiII частицакогда́ мы прие́хали - прие́хали же мы во вто́рник - пого́да была́ чуде́сная — geldiğimiz zaman - ki Salı günüydü - hava günlük güneşlikti
1) усил. ki, yaя же тебе́ говори́л, что... — sana... söylemiştim ya
не всё же брать, на́до немно́го и дать — hep alınmaz ya, biraz da verilir
э́то твой портфе́ль? - А чей же?! — bu çanta senin mi? - Ya kimin olacak?
и нашёл же (он) вре́мя! — ирон. tam da bulmuş sırasını!
пре́жний реко́рд принадлежа́л ему́ же — eski rekor gene ona aitti
он поби́л свой же (со́бственный) реко́рд — yine kendisine ait rekoru kırdı
на́до сейча́с же уезжа́ть отсю́да — bugünden tezi yok buradan ayrılmalı
за́втра же — yarından tezi yok
сра́зу же / сейча́с же телеграфи́руй — derhal telle
бу́дет израсхо́довано ещё сто́лько же — bir bu kadar daha harcanacak
в пе́рвую же ночь — daha ilk gecede
на сле́дующий же день — hemen ertesi günü
сра́зу же по́сле оконча́ния войны́ — savaşın bitiminden hemen sonra
ну, иди́ же (сюда́)! — haydi, gelsene (ya)!
к тому́ же — kaldı ki
2) ( при указании на полное тождество) aynıто же мо́жно сказа́ть и о тебе́ — senin için de aynı şey söylenebilir
по э́той же причи́не — yine bu nedenle
-
2 житься
büzülmek* * *безл., разг., в соч.ему́ непло́хо живётся — fena yaşamıyor
ему́ не живётся на одно́м ме́сте — hep aynı yerde oturmaktan hoşlanmıyor
-
3 там
orada* * *1) нареч. orada; orasıтам жа́рко — orası sıcak
там семь ме́сяцев - зима́ — yedi ay kış sürer oralarda
там у меня́ не боли́т — oram ağrımıyor
там, где позволя́ют усло́вия — koşulların mümkün kıldığı yerlerde
наро́д там до́брый — oranın halkı iyi kalplidir
там мы бу́дем то́лько к ве́черу — oraya ancak akşama doğru varırız
2) нареч. (потом, затем) sonraты бери́, а там уж сторгу́емся — al sen, fiyatta uyuşuruz sonra
3) → частица, разг. ne gezerда у него́ како́е-то там де́ло... — bir işi varmış da...
куда́ / како́е там! — ne gezer!
чего́ там! — aldırma! boş ver!
-
4 попадать
I поп`адатьсов.II попад`ать1) isabet etmek, raslamak; bulmak; vurmak; isabet ettirmek, tutturmakпу́ля попа́ла в цель — kurşun hedefe isabet etti / hedefini buldu
он вы́стрелил, но не попа́л — attı ama isabet ettiremedi / tutturamadı
он це́лился в ру́ку, а попа́л в плечо́ — eline nişan alıp omuzunu vurdu
он попа́л (мячо́м) в шта́нгу — topu direğe çarptırdı
попа́сть ного́й в стре́мя — ayağını üzengiye geçirmek
2) (проникать, пробираться) girmek; sokulmakкак он суме́л попа́сть в дом? — eve nasıl girebildi?
дождь туда́ не попада́л — oraya yağmur işlemiyordu / vurmuyordu
3) (оказываться где-л.) gelmek; kendini bulmak, düşmekмы, наве́рно, не туда́ попа́ли — biz yanlış yere gelmişiz
мы (с ним) попа́ли в оди́н ваго́н — aynı vagona düştük
он попа́л в чёрные спи́ски — kara listeye alınmıştı
Вы не туда́ попа́ли (ответ по телефону) — yanlış açmışsınız efendim
4) (достигать какого-л. места) varmak; bulmakра́ньше трёх домо́й не попадём — üçten önce eve varamayız
как туда́ попа́сть? — oraya hangi yoldan gidilir?
письмо́ ему́ (в ру́ки) не попа́ло — mektup eline geçmedi
5) ( быть принятым) girmek; alınmakон не попа́л в институ́т — enstitüye / yüksek okula giremedi
6) kaçmakему́ в у́хо попа́ла вода́ — kulağına su kaçtı
7) basmakпопа́сть (ного́й) в грязь — çamura basmak
попа́сть ного́й в капка́н — ayağını kapana kaptırmak / tutturmak
8) düşmek;...lık olmakпопа́сть под суд — mahkemeye düşmek, mahkemelik olmak
попа́сть в больни́цу — hastaneye düşmek; hastanelik olmak
попа́сть под маши́ну — araba altında kalmak
попа́сть в плен — esir düşmek
попа́сть в беду́ — başı belaya girmek
попа́сть под дождь — yağmura tutulmak / yakalanmak, yağmur yemek
попа́сть в бу́рю — fırtınaya yakalanmak, fırtına yemek
попа́сть в тюрьму́ — hapse girmek
попа́сть в ру́ки поли́ции — polisin eline düşmek
9) безл., разг., в соч.••где попа́ло — rasgele yerde
куда́ попа́ло — rasgele yere
как попа́ло — gelişigüzel
чем (ни) по́падя — eline / ellerine ne geçerse... Onunla
-
5 совместительство
сbirden fazla görevi olma, aynı zamanda iki (ya da daha çok) yerde çalışmaрабо́тать секретарём по совмести́тельству — asıl görevinden başka sekreterlik de yapmak
См. также в других словарях:
HEM-CİVAR — Aynı yerde oturan, komşu … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
duraklı — sf. 1) Durağı olan 2) fiz. Hep aynı yerde kalan, hep aynı yerde tekrarlanan Birleşik Sözler duraklı dalga … Çağatay Osmanlı Sözlük
ahali — is., ç., Ar. ahālī 1) Aralarında aynı yerde bulunmaktan başka hiçbir ortak özellik bulunmayan kişilerden oluşan topluluk Mevsim daha Boğaz ın bütün ahalisini toplayamamıştır. A. Ş. Hisar 2) Bir yerde toplanan kalabalık, halk Ahaliden kimsenin… … Çağatay Osmanlı Sözlük
dolanıp durmak — sürekli olarak aynı yerde gezinmek Dolap beygirinin en büyük şansı gözlerinin bağlı olmasıdır; böylece aynı çember içinde dolanıp durduğunun farkında olmaz. A. Ümit … Çağatay Osmanlı Sözlük
avuç dolusu — sf. 1) Pek çok Aynı yerde avuç dolusu para harcamış, kızları şampanyaya boğmuştum. R. H. Karay 2) Bir avucun alabildiği miktar kadar … Çağatay Osmanlı Sözlük
bereli — sf. Beresi olan Zaten siyah bereli kadın da hep aynı yerde idi. P. Safa … Çağatay Osmanlı Sözlük
hücre — is., anat., biy., Ar. ḥucre 1) İnce bir zar içindeki protoplazma ve çekirdekten oluşmuş, bir organizmanın yapı ve görev bakımlarından en küçük birliği, göze 2) Küçük oda 3) Tutukluların veya hükümlülerin yalnız olarak kapatıldıkları küçük oda… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kader çizgisi — is. Alın yazısı Bir dönmedolap gibidir kader çizgisi ailemde, bir iner bir çıkar ve hep aynı yerde durur. A. Kulin … Çağatay Osmanlı Sözlük
kapı yoldaşı — is. Aynı yerde ve görevde çalışanlardan her biri Mahpeyker kalfa isminde bir kapı yoldaşı vardır ki Kıztaşı taraflarında otururdu. R. N. Güntekin … Çağatay Osmanlı Sözlük
ortak özne — is., dbl. Birden çok yüklemin bağlı bulunduğu özne Dileklerine eremeyenler gelir, aynı yerde hiddetle haykırır, yumruklarıyla kapıları, perdeleri döverlermiş. cümlesinde dileklerine eremeyenler ortak öznedir … Çağatay Osmanlı Sözlük
topluluk — is., ğu 1) Nitelikleri bakımından bir bütün oluşturan kimselerin hepsi, toplum, camia, cemiyet Bu müşterek duygu ve anlayış birçok zevkleri birleştirir ve bir topluluk meydana getirirdi. A. Ş. Hisar 2) Aynı yerde bulunan insan kalabalığı 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük